Yıl 1996 : BİR TATİLİN SON GÜNLERİ
Marmara Bölgesi, nde Sakarya iline bağlı bir ilçe olan kocaali de , bahçe içinde tribleks olan yazlığımızdaki son gecemizdi. Ben, en üst kat olan çatı katında uyumayı tercih etmiştim. Deniz oldukça hırçın dev dalgaların kıyıya vurup tekrar geri gidişlerini denize bakan odanın, balkonundan bir müddet izledim...
Sabahları gün doğarken denizin o muhteşem görüntüsü , gözlerime keyifli bir görsel şőlen sunarken, yunus balıklarının birbirleriyle denizde yarışır gibi yüzmeleri beni masalsı bir dünyanın içine hapsediyordu. Yan komşumuz olan emekli öğretmen Sevdiye ablanın misafirleri henüz gitmemiş sohbetleri ve radyodan gelen türkü sesleri balkonumuzdan hafifçe duyuluyor idi...Sevdiye ablanın eşi uzun yıllar önce vefat etmiş, kendisi kışları Adapazarı 'nda, yazları 3 ay Kocaali' de yazlıkta kalırdı. Eşinin hatıraları vardı evde nede olsa, hem havası da temizdi buranın ve merkeze nazaran daha sakindi... Benim evimle onların evi bitişikti, yani ikiz tripleks. İki binanın ortasında taşdan bahçe duvarı vardı. Çok eskiden eşinin yakın arkadaşı olan, Hasan bey 'le, toprak alıp buraya bu binayı yapmışlar. O zamanın ağır koşullarında kısıtlı imkãnlarla bir çadır kurup haftalarca hiç merkeze inmeden evin inşaatını bitirmişler. Sevdiye ablanın eşi vefat edince bir müddet sonra dayanamayıp çok sevdiği evi satmaya karar vermiş.
Biz aldığımızda baya bi tamir masrafımız olmuş, henüz pencereleri değiştirme fırsatımız olmamıştı. Camlar ince çerçeveleri ahşap ve kenarlarını kurtlar kemirmeye başlamıştı. Henūz biz alalı 2 yıl olmuştu. Sol tarafta 3 katlı siteler, sağ tarafta, dubleks ve tribleks ufak bahçeleri olan evler vardı ve bu evlerin tamirleri hiç bitmez, her yıl dış cephe boyası yenilenir, ya da ufak tefek tamirleri mutlaka çıkardı. Denize sıfır binaların böyle dezavantajları vardı maalesef. Gelgitler yaşıyordum içimde; Biz bu evi almakla , doğru bir karar vermiş miydik? Artı ve eksileri düşünmek beynimi bir hayli yormuş, kendimi uykunun huzur veren kollarına bırakmak için yatağıma yatıp, yorganı var gücümle gözlerimin üstüne çektim. Uyku da yavaştan gözlerimi esir almaya başlamıştı...
O da nesi , neydi bu gürültü ? Gecenin bi yarısı. Gece yarısına doğru başlayan yağmura rüzgar da eklenince, deniz daha bi hırçınlaşmış dev dalgalar denizin dibinde toprak , Kum, yosun ne varsa kıyıya sürüklüyordu. Denizin rengi değişmiş, maviden çamur gibi gri ye dönmüştü adeta...
Birkaç saat uykunun ardından uyanıp alt kata, mutfağa indim kahvaltı hazırlamak için. Oğlumla eşim uyanmış eşim kahvaltıyı hazırlamıştı nerdeyse . Kahvaltıyı balkonda yaptığımız için masayi silip hazırmak bana kalmıştı.
Balkona açılan dış kapının kilidini açıp kapıyı arkaya doğru itip açar açmaz bahçe kapısının demir kapısının önünde, 1 köpek 4 yavrusuyla birlikte soğuk ve yağmurdan iyice üşümüş, titreyen ayakları ve korku dolu gözleriyle bana bakmaları içimde tarifi imkansız fırtınalar estirdi. Geceki fırtına neydi ki...
Bir kaba süt koyup önce onların karınlarını doyurduk. Oğlum birini alıp Düzce ' ye , annemlere bırakmak için bizden izin koparmanın telaşında idi. Baba, "dayına sor, ilgilenirse ona bırakalım". Dayı ya telefon acılıp müsadesi alınınca, evde bayram havası esmeye başladı. Önce banyo da bir güzel yıkanıp fön makinasıyla tüyleri kurulanan " kontes" ismini verdiğimiz köpek yavrusunu karton bir mukavva kutunun içinde arka koltuğa koyduk, bavulları da arabanın bagajına yerleştirip Düzce 'ye, doğru yola koyulduk. Annemlere yaklaşık 2 saatlik bir mesafe vardı, dağ yolunu kullanmamız ve yolların düzgün olmayışı mesafeyi uzatıyordu. Yolda birkaç kez durmamıza rağmen yine de koltuğa işemesi beni bayaa tedirgin etsede katlanmak zorundaydım, sonuçta o bir yavruydu herşeyi bir bebek gibi öğrenmesi gerekirdi.
Annemlere geldiğimizde annemin durumdan hiç hoşnut olmadığı köpeğe bakışlarından anlaşılıyor du. Kendisinin hayvan sevmediğini biliyordum, sözde hayvanseverdi kendileri...
Son gecemizi orda geçirip ertesi sabah İstanbul 'a geldik. Kiraladığımız arabayı sahibine teslim edip, uçağa bindik . Tatil bitmiş, Almanya ' ya dönüş başlamıştı. Ardımızda sadece evimizi değil bir de " kontes " i bırakmıştık. Oğlumun gözleri ıslak ıslak olmuştu uçağın camından dışarıyı izlerken.
NAGİHAN TEKMEN